Hakkımda

Fotoğrafım
Yaşam, yaşanmışlıkların yaşanılandan öteye gidebilmesidir.

Issız Adamların Dansöz Kadınları

Hep bir adı konmamışlık vardı sevgili erkek bireyin bünyesinde. Birşeyler hep eksikti ona göre. Sorun kesinlikle bizde değildi ama neydi sorun? Kendinden başkasına anlatamadığı bu ehemmiyet ve müphemiyet neydi? Madem biz bu kadar mükemmeldik de onlara olan neydi diye düşünüp dururken noktayı Çağan Irmak 'Issız Adam'la koydu. Evet, ıssızdı bu adamlar. Ada'larını ıssız bırakmak için yaşıyorlardı. Sorun gerçekten de onlardaydı. Adamlar ıssız! 'Ben böyleyim'e öyle inandırmışlarki kendilerini, bu ruheti hale büründüklerinden beri gerçekten sevebilecek yücelik, sevgiyi verebilecek erdem kalmadı bu adamlarda. Ne istediğini bilmemeler, tek gecelik sevişmelerden öteye gidememeler, aklına dahi getirmediği eski sevgiliyi unutamamışcılık sömürüsünü kullanmalar, herhangi bir şeyi iyi yapamazken herşeyin en iyisini onlar yapıyormuş gibi göstermeler, iki kelimeyi bir araya getiremezken çok bilmişcilikler...
Onlar kendi yağlarında kavruladursunlar biz gelelim bu ıssız adamların dansöz kadınlarına. Bu kadınlar inanılanın aksine her zaman gerçekte ne istediklerini çok iyi bilirler. 'Ya severse' ihtimaliyle peşlerinden koştukları adamların ümitsiz, umutsuz, çaresiz vakalar olduklarını anladıklarında tarif edilemez bir 'Nasıl yaa' feryadıyla tuhaflaşmaya başlarlar.  Gözyaşlarıyla esnetirler kendilerini, uykusuz kalıp kıvrandıkları her gece biraz daha kıvraklaşır bedenleri..Yaptıklarından ve yapacaklarından artık sorumlu olmayan bu dansöz kadın bir kere daha incinmeyi asla göze alamayacağından çağa ayak uydurmaya başlar. Her ıssız adama şefkatli kollarını açıp alacağını alır sonra nasılsa sorunun onda olmadığını bileceğinden, adam gittiğinde de kısa günün karıyla tebessüm eder. Bu ıssız adamlar artık, gözlerinde gözyaşı olmaktan çıkıp dudaklarına bir tebessüm olarak yerleşirler. Paraysa para, huzursa huzur, ilgiyse ilgi, tense ten... Gerçekte istedikleri o kutsal sevgiyi asla bulamayacaklarını bildiklerinden daha yüzeydeki temel ihtiyaçlara yönelirler.
Issız adamlar ve dansöz kadınlar herşeyin farkında, birbirlerini kabullenmiş, birbirlerine alışmış, hatta birbirlerini hiç yadırgamadan mutlu mesut yaşamaktalar.Umarım bir gün Çağan öyle bir film yapar ki adamlar ısszılığından, kadınlar da dansözlüğünden kurtulur. Filmin adı da 'Adalar doldu, Kadınlar mutlu' olur.
Onlar eremez muradına, biz çıkarız kerevetine!

Orçun Künek


  • Sen gidince, beni çamura bulayan arabanın arkasından bakakalır gibi kaldım sevdiceğim. İçimde patladı tüm küfürlerim.(Bu sabah yağmur var İstanbul'da cover).
  • Pizzanın tobul kenarı gibisin, ancak içine kaşar konunca yenirsin bebek. (Fantaazik pop).
  • Bütün gece ağladım dalgalar kucağında, zatürreyim şimdi yaparmısın bi çorba? (Anadolulu Rock)
  • Saçlarıma yıldız düşmüş diye sahibindenkoma ilan vermişsin bebek. Sahibinden az kullanılmış diye beni ellere verecekmişsin. Beni vur, beni onlara verme. (Türkü gibi ama EmoPunk)
  • Bileklerimi kestim diye annem çok kızdı. Bu hafta seni sevmeme cezası aldım bebek. (arabesk gibi ama hafif slow çiftetelli).
  • Feysbukta talebimi kabul etmediğinden beri kendimi o duvardan bu duvara atıyorum. Beğenilmedik fotograf, link kalmadı. Yorumsuz gündüzüm gecem olmadı. (Yalnızım dostlarım yeni versiyon).
  • Parmaklarım dolma diye Blackberry kullanırım ben, I-phone'um yok diye benden kaçma bebek. (davullu zurnalı)
  • Bacaklarında kopya yazılı bebeğin, oh bebeğin. Gösterir ama elletmez bebek! ('Beni disipline, eşşeği suya gönderdiler. Yedim de dayağı yedim de' adlı parça)
  • 'Neye gülüyosanız söyleyin biz de gülelim' dediğinden beri öğretmenim, hiçkimseyi bi daha güldüremedim. (Arka sıradakiler albümünden 'Ayna tuttum yarin eteğine' adlı hit parça).
  • Yolda bi ünlü görsem heyecanımı belli etmem kimselere, dönüp bi daha bakmak gelse de içimden bakmam, bakamam. (Sade vatandaş albümünden 'Alamadım bir imza yar yar aman' parçası
  • Baharın ilk cemresi havaya düşende, ikincisi libidoma düşer bebek, üçüncüye bekletme beni oy oy oh bebek.. (Geldi bahar ayları, gevşedi gönül yayları albümü çıktı, yaz gelmeden edinin.)

İlişkililik

‎'Hayatım'la başlayan ilişki 'aşkım'a dönüşür, aşk biter 'eşim' dersin, sonra 'benim koca' diye başlar cümleler, en son 'herif'le hayat biter.
En romantik laftir herif. Dedem ölume yattiginda annanem dediki 'Beni cennetin kapisinda bekle herif, gelicem.'

Tepeden Tırnağa

Baktığım heryerde sen varsın gibi değil, baktığım heryerde baktığımı görüyorum, ben seni sadece aynaya bakarken görebiliyorum. Yüzün bana çok yakın diye ben en çok ayaklarını özlüyorum. Ayaklarının yerde duruşunu, ayaklarımın yanına sokuluşunu özlüyorum.

Pisiklet Güncesi (2)

 RÜŞTİYE KÖFTECİSİ

Bugün bisikletimle 2. kez kucaklaştım. Rota aynıydı fakat artık gidiş dönüş yollarımda yeni keşiflere başlamam gerektiğini farkettirdi bana Koray. 'Açmısın' dedi. 'Açım' dedim. Beni Kalamış açık otoparkın hemen yanına kurulmuş köfteciye götürdü. 'Rüştiye Köftecisi' Mustafa abinin 25 yıldır ekmek teknesi olmuş ama ne ekmek, ne köfte!
Arbanın yanına vardığımda kafamı arabanın içinden 5 dakika çıkaramadım sanırım, köfteler, biftekler, adanalar, şişler, sebzeler öyle güzel bir renk ahengiyle ve titizlikle dizilmiş ki tezgaha iştah kabartıyor.
'Abi ekmeği yağına da banacaksın değil mi?' diye sormaya gittiğimde ekmekler çoktan köftelerin yanına yerleştirilmiş yağdan nasiplenmeye başlamıştı. 'Kolonyanı hazırla, birazdan bayılacaksın' dediğinde nasıl bişey yiyeceğimi tahmin ettim sandım ama tahminimden de fena güzelmiş. Köfteler renginden daha önce hiç tadılmamışlık hissi uyandırsa da tükrük köfte işte hepsi aynı değilmi diye geçiriyo insan içinden. Hepsi aynı değilmiş. Bu hiçbirine benzemiyormuş. İçinde ekmek yok, kimyasal tatlandırıcı yok tamamen Mustafa Abinin ağız tadından harmanlanmış baharatlarla zenginleştirilmiş, etin belliki en köftelik yerinden seçilmiş enfes bir lezzet. Daha önce yenenlerden olmadığı yiyenin yüzünden anlaşılabilen türden bu köfteler. Şaşkınlık yüklü bir tebessüm ve karnı keyifle doyurmanın verdiği afiyetle oraya bu son gidişim olmadığını çok iyi biliyorum.



Ayrıca belirtmek iserim ki üzerinden saatler geçmesine rağmen hala 'Nerden yedim o köfteleri!' pişmanlığını yaşamadım. Miğdemde sanki yoğurt çorbası içmişim hafifliği var. Yolu Anadolu yakasına düşen herkes Kalamış'a uğrasın bu enfes köftelerden nasiplensin derim. Gidin ve afiyetle yeyin.

 Ustam ellerine sağlık!



.

Pisiklet Güncesi (1)

Son 1 yıldır yani nikotini vücudumdan uzaklaştıralı beri garip bi sağlıklı yaşam rutinine soktum kendimi. Uykumu alıyorum, sağlıklı besleniyorum ve tabiki spor yapıyorum. Pilates, yoga, yürüyüş, koşu derken daha fazlasını istedi bünyem.  Hele ki son günlerde yaptıklarım aşk yarasının içeri saldığı toksini atmaya yetmemeye başladığında gittim kendime bisiklet aldım. Yeni bi kilit için hafta sonunu beklemem gerektiğinden bisikletimi kapının önüne bırakmaya gönlüm razı gelmedi. 10 dakikada bir kalkıp delikten bakmak suretiyle hala ordamı diye kontrol etmekten vazgeçip tamamen içeri sokuverdim yeni sevdiceğimi. Ne büyük bi hevesmiş yıllar sonra bisiklet sahibi olmak. Kahvaltının hemen ardından bayramlıklarını giyinmiş çocuklar gibi koşarak çıktım evden. Bisikletin selesini ayarladım bacak boyuma göre, geceden düşürdüğüm vitesleri yükseltip bastım pedallara. Başta arabalarla anlaşabilirmiyim endişesi vardı ama Moda'dan aşşağı süzülüp, Fenerbahçeye vardığımda ne dert kaldı ne tasa. Müziğimin sesini azcık kısıp dış dünyaya da kulak kabartarak başladım dolanmaya. Fenerbahçe ordu evinin önünde durup paten kayacak canım arkadaşımı da alıp devam ettik turumuza.

Fenerbahçe'den Kalamış'a Kalamış'dan hoşgeldiniz Caddebostan'a. Güneş günün tam içinde sıcacık, deniz pürüzsüz bi mavi, çimenlik uzanmalık tertemiz, köpeğini gezdiren insanlar, bisikletiyle turlayanlar, paten kayanlar... Herkes birbirini tanır gibi güler yüzlü selamlaşmalar... Bu muhteşem keyfi yıllardır ertelemenin verdiği pişmanlıkla delirmişcesine saatlerce inmedim tepesinden.


Bostancı-Kalamış istikametinde saatler boyunca dolandıktan sonra yorulan bacaklarımızı dinlendirmek ve acıkan karnımızı doyurmak için sahildeki kumsala kurulmuş mini cafeteryalardan birinde kendimize yer bulduk. Kumsal yumuşacık, hava muhteşem, çay nefis ve dostlar da şahane olunca hayatının son gününü nasıl geçirmek istediğine hiç şüphesiz karar verebiliyosun.

Birazcık sohbet birazcık afiyetten sonra yine düştük yollara. Birbirimize rastladıkça arada bir durup ayak üstü laklağın ardından tekrar bıraktık kendimizi bostanın eşsiz enerjisine. Tarif edilemez bi yaşam enerjisiyle suratımda kocaman bi gülümsemeyle durdurak bilmeden ilk bisikletimi aldığım günlerdeki gibi akşam ezanı okunana annem evden çağırana dekmişcesine sürdüm durdum bisikletimi. Güneş batmaya yakın terimizi soğutmadan eve kaçalım diyerek vedalaştık, herkes bi köşeden tuttu evinin yolunu. Eve dönüş yolumu en çok nasıl uzatabilirim diye mahallenin de etrafında bi tur attıktan sonra evime geldiğimde üzerime sinen sokak kokusu tanımsızdı. Annemin 'Öff leş gibi sokak kokmuşsun' dediğini duyar gibi oldum. Leş gibi mi? Hayatımın en temiz kokusu bu! Sokak kokusu, çocuk kokusu, yaşamın en vurdumduymaz, en sabahı bekleyemez kokusu bu. Varsa bisikletiniz bize de bekleriz.

Aşk acısımı demiştik? Kime aşıktık? :)

İki Film Arası Ağlama Molası

'Ye, Dua et, Sev'i izledikten sonra sürecimin Julia Roberts gibi işlediğinin farkına vardığımdan beri deliler gibi yeyip, deliler gibi dua edip, deliler gibi severek sonumun da ona benzemesini istedim. Sonra işi fazla abartmış olmalıyım ki işler raydan, tıkırından, formundan, formatından çıkıverip içinden çıkılamaz bir hal almaya başladı. Yedikçe şişmanladığımın, dualarımın zerre kabul olmadığının, sevginin de ölümcül acısı olabileceğinin farkına varınca yemekten de dua etmekten de sevmekten de vazgeçtim.
Aşkın en kör noktasına cuk oturduğumu sen de dahil artık herkes bildiğine göre şimdi de bu aşkı hafifletebilmek için neler yaptığımı bilin.
Senin gidişin netleşeli beri;
Kendimi sokaklara attım, kitap baktım, poster aldım, küpe aradım bulamadım, şeker aldım, sakız aldım, ekmek aldım ama çok yiyemedim çünkü iştahımı kaybettim. Filmler indirdim, günde 9 saati aşkın monitörde filmlerle uyuştum. İki film arası ağlama molası verdim. Seni düşündüğümden olmuyo bu ağlama nöbetleri, yolda yürürken kimse umrumda olmadan birden bastırıyo içerden. Nasıl canını acıtıyo insanın! Bazen eve kaçıp tepine tepine ağlamadan zehrin çıkmayacağını biliyorum diye de koşarak eve dönüyorum yolun yarısından. Sonra garip bi dinginlik çöküyo üstüme deliler gibi yaşamsal aktivitelere sarılmaya devam ediyorum. Arkadaşlarımı daha fazla arıyorum. Kahvaltıda biriyle, bowlingde diğerleriyle, akşam oturmasına da öbürkülerle takılınca günün çoğunu kurtarmış oluyorum. Hepsi herşeyin farkında olduğundan tüm dalıp dalıp donuklaşmalarıma aldırmadan, gözümden yaş süzüldüğünde ellerini dizime omzuma yada sırtıma koymak suretiyle bana güç vermeye çalışıyolar. İşe de yarıyo. Onlardan güç alıyorum. Tek katlanamadığım teselli cümleleri. Hayırlısı değilmiş, hayırlısı buymuş, vardır bunda bi hayır, kısmet değilmiş, geçecek, üzme kendini, değmez diye kopup giden ve herkesin aşina olduğu bu kelimeler beynime bi uğultu gibi saplanıyo ve binlerce hücremi kemiriyo. Gözümden o yaş dökülürken her hangi bi organıma dokunmaları kurulmuş binlerce cümleden ve hayırlısına inanmaktan binlerce kat daha tesirli bunu herkes böyle bilmeli.
Nerde kalmıştım. Yaşama nasıl tutunduğumda! Gittim kendime son teknoloji bi cep telefonu aldım. Bikaç saat oyalar beni. Bisikletimin siparişini verdim. Çok istemiştin almamı almamıştım havalar bozucak diye. Havalar aylardır bozmadı ama benim feci bozulmuş havamı biraz düzeltir belki diye bisikletime binicem sık sık. Yarından tezi yok. Birlikte bineriz istemiştik ama olmadı. Neydi? Kısmet değildi miydi? Hayırlısımı buydu? Hayırlısı bu değildi mi? Neyse. Birazdan koşmaya gidicem. Akşam arkadaşlarımla gezicem. Haftanın her bir gününe yığınla faaliyet topluyorum. Falanla dizi izlicem, filanla film gecesi, falancıyla akşam kahvesi.. Çünkü bi bırakırsam kendimi saçma sapan sarıcam sana, saçma sapan davranıcam, saçma sapan konuşucam, saçma sapan uyuycam, saçma sapan uyanamıycam. Saçma sapan bi insan oluvericem nihayetinde. Olmamak için elimden ne geliyo yapıyorum işte Yoksa bıraksalar dünyanın öbür ucunda bi mahalleye yerleşir sapıtabilidğim kadar sapıtırdım.
Sen benim hayatımın senden öncesi ve senden sonrasısın. Yani sen bu iki hayat arasındaki ağlama molamsın. Bundan sonrakine devam edebilmek için de ne yapılması gerekiyosa yapıp bu korkunç sınavı da vericem ama artık hiç dua etmiycem! Çünkü sen, duaların kabul olmadığının en gerçek kanıtısın..

Modalık

İstanbul'a ilk geldiğimde bana Kadıköy'ü gezdiren akrabam boğadan yukarı bahariye caddesindeyken burdan yukarısı da 'Moda' demişti ama gitmedik ordan yukarısına. 'Hmm' dedim. Sanırım caddenin yukarısında gezmek moda. Bigün gezeriz belki diye geçirmiştim içimden. Küçücük şehirlerden kocaman kozmopolitlere gelmiş ergen kafamla Moda'nın, Bahariye caddesinin üst taraflarında takılmak olduğunu sanmıştım. Bi arkadaş ediniym ben de buralarda takılıcam diye söylendim sessizce. Göztepe'de okuyup Kadıköye yürüyerek gidip geldiğim günlerden birinde tanıştım ilk kez Moda'yla. Kadife Sokak'ta yani Rexx'in sokağında takılmak modaydı diye ordan öteye pek geçmezdik. Dersi asmışlığın verdiği başıboşluk duygusuyla elimizde cipsler sokaklarını arşınlıyorduk Kadıköy'ün amaçsız. Yukarı çıktıkça denize yakınlaşıyorduk, denize yakınlaştıkça çay bahçelerinden gelen çay kokusuyla mest olup hemen kendimize birer sandelye kaptık. Masanın üstünde 8 ince belli çay bardağı olmasına rağmen, garsonlar gelip bir tanesini dahi almamıştı. Biz masayı doldurmaya devam etmiştik. O gün hayran kalmıştım Moda'ya. Moda böyleymiş demek diye de kendime kıkırdamaktan alamadım kendimi. Ev arkadaşlarıyla, çoşan kanın damarda sakin duramaması halleri nedeniyle sıkça ev değiştirdim durdum; Hasanpaşa'dan Göztepe'ye, Göztepeden Kadıköy'e derken Moda'nın kucağında bir yuva kurdum kendime.
Burdaki evlerin içindeki yaşanmışlık öylesine gerçeklik hissi verir ki binalara, tahtaları gacırdayan, musluğu elektriği sıkça bozulan 'bu evden çık sana yarı fiyatına bir residence...' deseler cümlelerini tamamlattırmadan kararımı söylerim. Hiç düşünmedim, burda ölmeliyim.
Balıkçılar sokağından salına salına yıkarı doğru yürürken yanından geçtiğim takıcılar, tokacılar, pikapçılar, sahaflar, entel-dantel dükkanlardan sonra, tek büfe'de soluklanıp çikolatalı tost yeyip eve koşar adımlarla giderim. Evdeki bu tarif edilemez huzur sokakların müthiş dinginliğinden gelir. Sokaklarda insanlar kadar kediler vardır. Sanki her kedi sizin sabah evden kaçan kedinizdir. Sırnaşık, şımarık ve doyumsuzdurlar. Çoğu hımbıl ve sevimlidir. İnsanı öylesine doymuştur ki Moda'nın kedisi neden aç kalsın!?
Moda Kup'dan alınan kepekli boğaça, Kemal'in Yerinde içilen çayın yanında bir de sohbetine doyulmayan bir dost varsa kuş sütü eksik masalar halt eder yanında bu bahar kahvaltısının. Saatlerce konuştuktan sonra bi de saatlerce susulur bu kahvaltı masasında. İstanbul en güzel ordan dinlenir çünkü. Hadi kalksak mı artık derken suratlar düşer, saadet hiç bitmesin istenir.  Dönüşte bide waffle mı patlatsak diye tutulur eve dönüş yolu. Kimi Ali Usta'dan dondurma yemek isterken kimi de Kemal Usta'dan waffle'la tamamlar kahvaltı keyfini. Günü akşama yakınlaştıran her an başkadır Moda'da. Evin balkonunda ya da bahçesinde 5 çayı içerken, sokaktan geçen herkes selam verir sana. Çoğu da yaşlıcadır Moda ahalisinin. Güleryüzlü kendini bilen, insanı seven bir ahali. Ne, ne giydiğinle ilgilenir, ne de ne yeyip ne içtiğinle.
Annene üzülürsün, babana kızarsın, arkadaşa darılırsın yada sevdicekten ayrılırsın, hemen kollarına atarsın kendini Modanın. Bank bulamazsan bir taşa oturur Fenerbahçe'den başlar Adalara doğru küfür basarsın içinden. Ağlarsın, şarkı söylersin, kendi kendinle konuşursun ama kimse deli diye bakmaz sana. Biraz da yürüyüş yaparsan ne aşk aıcısı kalır ne vicdan sancısı. Yine eski iç huzurunla dönersin evine. Evden çıkışlar da eve dönüşler de başka türlüdür. Sabahları simitçinin ardından akordiyon sesleri donatır sokakları akşamları da bozacının sesi.
Kendin olabilmemin özgürlüğüdür Moda. Yaşadığın için teşekkür edebilmek, ömrü burada geçirebilmek pahasına aileye bile arkanı dönebilmektir. Moda, İstanbul'un çok içinde, İstanbul'a en uzak yerdir.

nikotinbağımlı

'günde iki paket kırmızı marlboro içiyodun seni ilk tanıdığımda' diyen nikotin kokulu dudakların var senin. onca yıllık sevişmelerin ardından vazgeçtiğim nikotine yeniden tiryaki oldum dudaklarında. yokluğun sinir yapıyo bünyeme, içmeden rahatlıyamıyorum sanıyorum oysa içtikçe rahatsızlaşıyorum. içtikçe içesim geliyo. birini söndürmeden öbürünü yaktığım, ikinciyi içerken kültablasındaki diğer sigarayı farkettiğim anlardaki gibi bir nikotin yetmezliğindeyim sen yokken. çünkü sen, gece paket bittiğinde tüm cepler boşaltılmış, çekmeceler karıştırılmış, çantalar dökülmüş olmasına rağmen hala ortaya çıkmayan bikaç dalın eksikliğinde, akşamdan söndürülmüş izmaritlerden toparlanan minik sigaracıkların verdiği haz gibisin. şimdi nasıl olur da pencere kenarında durup 'içmiyorum ulan artık' deyip vedalaşabildiğim izmarit kadar kolay olur 'sevmiyorum ulan demek!' ?

03.02.2011

Barış Manço gibi adamsın diye herhalde, seni her gördüğümde çocukluğumu hatırlıyorum. Hava ayaz mı ayaz ellerim ceplerimde, her türküyü sana tutturuyorum. Anlıyorsun değil mi?