Hakkımda

Fotoğrafım
Yaşam, yaşanmışlıkların yaşanılandan öteye gidebilmesidir.

Bugün orda Cumartesiydi.

2 ay önce bugün günlerden Cumartesiydi. Hava güneşli insanlar çok neşeliydi. Bugünlerde ise manavlarda sıra sıra gördüğümüz ayva ve kestanelerden anladığımız üzere havalar çok soğuk; doğal afetler, siyasal felaketlerden ötürü herkesin morali bozuk. Evet sade bir vatandaş olarak olanlara sizin kadar üzülüyorum ama sizin kadar. Daha fazla değil! Yanlış anlamayın. Daha fazla üzülmemek için geçerli sebeplerim var. Hepimizin bildiği sebepleri es geçerek en geçerli sebebimi 2 ay önce bugün hayatıma aldığımı belirtmek isterim.
O günden beri ne memleket meseleleri uykumu kaçırabiliyor, ne sabah erken kalkmak canımı sıkabiliyor, ne de uykusuz kalkmak sinirlerimi bozabiliyor. Görüğüm en suratsız suratlara bile gülümseyebiliyor, en gereksiz iş yükünü bile anlayışla karşılayabiliyor, en saçma espiriye bile gülebiliyorum.
Budhanın gerçek anlamını Sanskritçe'de öğrenmiş bir budist gibi kavradım aşkın gerçek anlamını, kendi iç huzurumu başkasının gözlerinde bulduğum gün. Yani 2 ay önce bugün. Başka memlekette anadilini duymuş bir yabancı gibi sevindim bedenlerimizin kurduğu iletişimi farkedince.
Bundan kaç ay sonra bugün yeniden Cumartesi olur bilmiyorum ama hangi mevsiminde olursak olalım yılların, benim içim yine sıcak kalacak. Benim içim yine ona akacak.


Sevgili'ye Mektup (2)

Sevgilim,
   Biraz evvel sağ elimle seni kayda aldım, şuan aynı parmaklarımla sana yazarken sol elimin parmaklarını repeate aldım yüzünün coğrafyasında geziniyorum. Gözlerini kapayıp sevdiğine dokunursan resmettiğini asla unutmazsın demiştin. Yüzün artık parmaklarımın ucunda. Bedeninden uzaklaştığımda da sana dokunabileceğim artık. Nasılda güzel uyudun parmaklarımın arasında ve bedenini şüphesiz bana emanet ettin. Bense annemin yanında dahi uyuyamazken senin kollarında deliksiz uyuyabiliyorum. Emanetten öte kendimi sana teslim ediyorum daha önce tek bir saniye yaşamadığım bir aidiyet duygusuyla.

   Bazen çok garip geliyo istediğim herşeyin sende bu denli toplanmış olması.Acaba diyorum sen böylesin diye mi ben bunca zaman seni hayal ettim seni önceden de biliyomuş gibi. Dedim ki benden uzun olsun ama çok değil, kollarına rahatça sığabileyim, saçları gözleri koyu olsun ama teni değil, benden akıllı olsun ama dahi değil, evine bağlı olsun ama evcimen değil, müzisyen olsun ki çocuklarım bari babalarından bişeyler öğrenebilsin, konser izlesin, dizi izlesin, film izlesin ama TV değil, anne babaya çok değer versin ama anakuzusu değil, inançlı olsun ama yobaz değil, spor yapsın ama göstermelik değil. İkimizin de alçak yastık tercihi bile tesadüf değil. Birbirimize yakın olabilelim diye bedenlerimiz aynı zevki sefaya uygun yaratılmış. Bu yüzden ikimiz de uyanır uyanmaz eksen açıyoruz, aynı anda acıkıp aynı anda çikolata krizine giriyoruz, poz verirken aynı anda aynı şebekliği yapıyoruz.

   Bir araya gelişimiz de bir araya geldikten sonra birbirimize bu denli tutunmamız da tesadüf değil. Birbirimizden habersiz kışın aldığımız bisikletlerimizle yazın sevdiğimizle gezme hayalleri kurmamız da tesadüf değil. O zorlu günlerdeki sabrımız bize bu selameti sundu. Ne demişti 'Alcapone' ''Bir adamı sabah gördüğümde tesadüf olarak kabul ederim, öğlen aynı adamı bir daha görürsem kuşkulanırım. Akşam karşılaştığımızda tereddütsüz silahımı çekip vururum. Tesadüflere inanmam.'' Tesadüflerden oluşmadık biz. Varoluşumuz getirdi bizi bir araya. Nasıl ki bir sperm bir yumurtalığa tesadüfen yerleşmiyorsa, biz de hayatımızın en zorlu sürecinden aynı dostun omzunda doğrulup tüm bu süreçlerde birbirimizi görmezken, artık ayaklarımızın üzerinde kuvvetle durabildiğimizde yine aynı dostun omzunda değil de yanında buluverdik, görüverdik birbirimizi. O gün doğru insanı, doğru zamanda, doğru insanların yanında bulma günüydü sadece.. Tesadüften çok uzak, gerçeğin ta kendisi...

   Eşimsin; beni tamamladın, aşımsın; bunca yıllık açlığımı bastırdın. Doymadım. Doymayacağım da. Bundan sonraki tek açlığım sen olacaksın.

Sevgili'ye Mektup (1)

Sevgilim,
Senin evvelinde, kah seni aradığımda, kah artık seni bulmakan vazgeçtiğimde söylediklerim çarpıldı yüzüme.
'Öptüğüm hiçbir kurbağa prense dönüşmedi' dediğimde 'Her kurbağa öptün diye prens olmaz.' demiş bir arkadaşım yıllar önce. Ben de kurbağa peşinde koşan prenses sanmışım kendimi. Oysa kurbağa değilmiş öpünce prense dönüşen, gerçek prensmiş o öptüğün, dokununca seni prensese dönüştüren. Ve hal böyle olunca ben de senin asaletinin gölgesinde taçlandırıldım sevgilim. Şimdi gerçek bir prensesim.

''Elleri kırış buruş olsa, göz torbaçıkları çukurlaşsa, tüm dişleri dökülse, donuna da kaçırsa hala aynı dili konuşabileceğim bir çift göz bulana kadar 'Durun, bu nikah kıyılamaz!'.'' demişim.
İlk bakışta farkedemedim gözlerini. Şimdi ise gözlerimiz bir araya geldiğinde kurduğumuz cümleleri anlatabilecek bir dil yok yeryüzünde. Bedenim hangi halini alırsa alsın yılların, gözlerim değişmeyecek. Gözlerinin sevgi dolu bebeğinde kaybolarak dalacak uykuya.

''Sanırım benim ihtiyacım olan şey, sabah uyandığımda yanımda biri varken de yalnız hissedebilmek. O yokken yalnız uyandığımda da o varmış gibi.. Böyle evet.'' de demişim vaktinde. Hiç de öyle değilmiş esasında. Bütün bu özgür kız zırvalarım yalnızlığa dayanabilmek içinmiş. Benim özgürlüğüm sensin. Bedenlerimiz birleşince özgürleşti ruhlarımız. Şimdi her ikimiz de hiç olmadığımız kadar özgürüz.

''Kalu belada Allah'ın varlığını kabul ederken, onun gözlerine baktığını hatırlamakmış aşk.. Hastalıkta ve sağlıkta ölüm bizi ayırıncaya kadar değil, doğumdan önce ayrıldığın parçanla ölümden sonra da bir arada olacağına kanaat getirebilmekmiş.. Gerçek aşk, bedenden öteye geçip, ruhla kucaklaşmak, inançla bütünleşebilmekmiş.. '' diye aşkı tanımladığım günlerde, içime sen düşmemiştin henüz. Aklımda başka bir beden vardı ama ruhum o bedene sığmadı. Yakışmadı. Şimdi senin kalıbına cuk diye oturan ben, görüyorum ki gerçek bütünleşme buymuş!
Yani sevgilim, Zeki Müren'in de dediği gibi 'Aynı bedende can gibiyiz.' 
Seni sevdiğimi daha önce söylememiş olmalıyım? Yetiremiyorum. Seni seviyorum.

Usturuplu Aşk

İlk gördüğünüzde onu ne olduğunu idrak edememiş olabilirsiniz. Sıcaklığı teninize, konuşması içinize tanıdık gelmiş olabilir. Kendiliğinizden süzülüverirsiniz yanına. Yanınızın yalnızlığa tahammülü kalmamıştır diye değil yanınız yanını, yarısını, puzzleın bir türlü uyduramadığı parçasını buldu diyedir ona sokuluşu, artık ondan uzak duramayışı. İlk hayretiniz bedeninızin onun bedenine göre tasarlanmış olduğunu görünce başlar. Öncesinde hep reddettiğiniz saçmalıkları her saniye aksatmadan yaptığınızı gördüğünüzde dahi halinize şaşırmayışınızdır sizi asıl şaşırtan. Daha önce kimseyle böyle yakıştırmamıstır sizi arkadaşlarınız. Hatta sadece yakın bir arkadaşınızın size gülümsemesi bile ifade edebilir sizdeki tamamlanmışlığı. Yüzünü bir an görmenin mutluluğu sizi uykunuzdan uyandırır gece boyu sıkça, göz kapaklarınız tahammülü zor bir ayrılığa dalmamak için direnir uykuya. Çünkü, aşk yerini bulmuştur artık, siz eşinizi, huzur içinizi... 'Böyle şeyler filmlerde olur.' diyenleri rahatça susturabilecek bir hikayeniz vardır torunlarınıza anlatacak. Hep dedikleri gibi hiç beklemediğiniz, istemediğiniz anda kendiliğinden oluveren bu mucizeyi doğru kelimelere sığdıramasanız da, hiç bir kelime kullanmadan iletişim kurabildiğiniz o insanı bulduğunuz için sonsuz şükürleri bir borç bilirsiniz Tanrıya.

Nothing Came Out

Burçlarla aram iyidir. burçlarla arası iyi olmayanlarla da aram iyidir. Tipik bir Yay burcu olarak yazıktır bana ki yükselenim de Yay. Bilmeyenlere detaylamak gerekirse; özgürlüğü, annelerin aldığı, üstüne asla oturmadan eskiyen iki beden büyük t-shirtler gibidir, flörtözlüğü de XXL kalıplara rahatça sığabilmektedir bu tiplerin, benim. Sevgilisi olur diye ödü kopar. Bugün delirircesine istediğine yarın göz ucuyla bakmaz. Her yeni başlayan ilişkisinin giriş cümlesidir 'Bu kez farklı'. En uzun ilişkisi 1 yıldan fazla sürmez, sürecek gibiyse, sürecek gibiyken kaçar gider. Çok bile sevse... Yıllarca özler yine 'Ben ne yaptım!' demez. 'Yine olsa yine giderim' der. Çok bile özlese...
Peki şimdi n'oldu da ben aynı adamı hayatımda ilk kez 4. mevsimdir deliksiz düşünüyorum. İzlediğim her filmde yanıma onu yakıştırıyorum, gördüğüm yeni yüzlere onu yerleştiriyorum, her yeni sokağa girdiğimde karşıdan o gelecek sanıyorum.
Film demişken. Hani filmlerde olur ya birden bi fikir gelir başrolün aklına, duvar boyar, kitap yazar, resim yapar, şarkı söyler. Sanat olur. Zaman, yelkovanı dingine çevirince sevgili çıkagelir. Sanat sevgiliyi gerçeğe dönüştürür. Bu kez farklı diye söylemiyorum. Bu kez gerçekten farklı değil. Ne yapsam olur? Olmasa da olur ama peki ya olmazsa ne olur?

Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.

Ve siz:
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  ben de sizi
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  aman allahim ben oldum allahini seversen ustume toprak at
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  ouff ben geberıyorum sız benımle şeyyy nası sylesem kı ewlenır mısınız acabaaa
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  En çok neremi?
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  tipim değilsin
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  herkes beğenio napak
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  Ehm
  Ee sey kem kum..
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  selam
  ben de size bayılıyorum :PO
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  merci canım bende seni çok beğendim fena değilsin
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  aaa bence sizde hiç fena değilsiniizzz
  bir yaklaşırmısınızzz
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  ahhh nasıl yani
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  Aman tanrim sen o kizsin! Naber:))
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  yani?
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  ben de beğeniyorum
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  ooo bebeğimmm
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  hiii:) beni mi
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum
  hahahaha
  ben de sizi çok beğendim bayan
  evlensek mi senlen?
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  ehem.. ben de size boş değilim :)
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  ahaha
  yanlış msj attın sanırım :D
-Şey pardon ben sizi çok beğeniyorum.
  öyle mi ben de sizi
 

Usturuplu Yalnızlık

Benim ufak bir sorunum var. Bu sorunun üstesinden gelemezsem ya yalnız ölücem ya da yalnızlıktan. Kendimi ne kadar hazırlarsam hazırlıyayım her sabah aynı adamla uyanma düşüncesi, her sabah ayrı adamla uyanma düşüncesi kadar saçma geliyo bana. Artık yalnız uyanmak da istemiyorum. Yalnızlığın bedeli yalnızlıktır ama ya paylaşmanın bedelleri?
Beni isteyen adama şans veremiyorum. Beni istemeyenin de istesin diye peşine düşemiyorum. Benim istediğim ve onun da isteme ihtimali olanın sadece nabzını yokluyorum, gelirse hemen kaçıyorum, gelmezse banane diyorum. Bunlar çerezlerime olan yaklaşımım. Bir de ana öğünler var.
Bir keresinde birinin beni sevmesine izin verdim. Öğle arasında aramasına... Akşama plan yapmasına... Giydiğime karışmasına... Çok mutsuzdum. Olmadı.
Bir keresinde de sevdim. O da sevdi ama çok geçmeden o da bitti.
Bir kere de aşık oldum. Bildiğiniz aşk. Durup dururken ağlatanından, yanındayken herkesten güçlü olduranından. Aylarca da peşinden koşturdum. O da olmadı. E, bu da bitti.
Arkadaşlarım tanıştırdıkları çocuklara taktığım kulplar yüzünden benden  utanır oldular;
Bu kel,
Bu'nun saçı uzun,
Bu 'agâ' diyo,
Bu 'baba' diyo,
Bu çirkin,
Bu fazla güzel,
Bu zayıf,
Bu göbekli,
Bu doktor (nöbeti),
Bu avukat (yalanı),
Bu müzisyen (boynuzu)
Bu mühendis (işkolikliği)
Bu öğretmen (ı ıh)
Bu, adam gibi,
Bu, adam değil,
Bu, o.ç.
Bu, iyi aile çocuğu,
Bu, iyi ama Yengeç burcu,
Bu, fena değil ama Akrep,
Bu'm, Bu'm, Bu'm daldan hop dala uçtum..

Bekleyince olmazmış, beklemedim olmadı. İstemezsen de olmazmış, çok istedim olmadı. Akışına bıraktım akmadı, akmasın kurusun dedim, gürül gürül boşaldı. Şuan hem yalnızlıktan ölebilirim gibiyim hem de hayatımı birine bağlarsam..  Hem artık birlikte yaşlanacağım kişinin gelmesini istiyorum hem de hiç öyle biri olmasın.
Sanırım benim ihtiyacım olan şey, sabah uyandığımda yanımda biri varken de yalnız hissedebilmek. O yokken yalnız uyandığımda da o varmış gibi.. Böyle evet.
Öyleyse, usturuplu yalnızlığım'a,  Bono'dan gelsin,

Enjoy The Ride



Neyin peşinden gittiğinin bir önemi yok; aşman gerekmedikçe tümsekleri, koşman gerekmedikçe yolları koymaz Tanrı önüne. 

Your Hair Is Beautiful



Kişiye özelleştiremediğim, her aşka ithaf edebildiğim yeganelerden biri. Afiyetle dinleyiniz.

İbadetten ibaret

Secdeye inilmez aşk ibadetinde, secdede sürünülür. Bir şişe şarapla abdestlenir, ruhu besmelesiz kurban edersin. Dini imanı şeytana, aklı fikri yaradana havale edersin.

Haftaiçi dizi gecesi!

'Biliyor musun? Mehmet ölmüş!' 'Aaaa!! İnanmıyoruuum gerçektenmiii?' feryadıyla irkilirseniz ve bu haberi sabahın kör vaktinde henüz afyonunuz patlamamışken aldıysanız önce bi durun derim. Çünkü o Mehmet sizin bildiğiniz tanıdığınız herhangi bir Mehmet değil. O Mehmet falanca dizinin filanca esas oğlanın kocaya kaçan bacısına tecavüz eden Ahmet'in bi yakını. Ahmet önce Mehmetin yengesinin kuzenine, ardından Mehmetin sevgilisine ve şimdilerde ise Mehmeti'in eski eşinden olan kızına selam verip verip borçlu çıkan bir adam. İşe yaramaz herifin teki ama taş gibi!!  Mehmet ölmesin de ne yapsın? Karısını en yakın arkadaşıyla yatakta, kızını evli barklı adamla sokakta, ortağını dolandırılırken bankada yakaladı. Kızını da dövmedi dizini de dövmedi, ortağına da sövmedi, kimseye bir zararı yoktu Mehmet'in ama karısına tokat attı diye çok ayıplandı. Kadına şiddet diye ayaklandı yurdum insanı. Çirkindi Mehmet. Katil tipliydi ama kimseyi öldürmedi, kendi öldü. Aslında ölmedi de. Bu esrarengiz ölümün sırrı Mehmet 8 sezon sonra geri geldiğinde aydınlanacak. Yani Mehmetle sizin hiçbir alakanız yok. Rahat olun. Çayınızı kahvenizi için, diziyi kaçırdıysanız da endişelenmeyin nasılsa etrafınızda birileri tekrarını yayınlayacaktır. Ha bu arada unutmadan söyliyeyim: Ahmet'le baldızının sevişme sahnesi çok konuşulacakmış, küçük kardeşiniz ya da çocuğunuz varsa erken yatırın. Yastık filan kullanmamışlar, benden söylemesi!


Pisiklet Güncesi (3)

Aşk aldırdı bana bisikleti. Sonra aşk gitti, bisiklet kaldı.  Aşkla gelen oyuncağım şimdi aynı aşkın üzerine sürüyo, ona doğru sürdükçe ondan öteye gidiyo. Pedalları yalnız çeviriyorum diye tasalanmıyorum çünkü rüzgar sırtımdaki çantaya, güneş de yüzümdeki acıya vuruyo.  

                                                                                                       

Ruyalarda Buluşuruz

İçe keder düşünce playliste istisnasız eklenir Zeki Müren'den en sevilenler. 'Sorma ne haldeyim'le başlar, 'Ah bu şarkıların gözü kör olsun'la demlenir, 'Rüyalarda buluşuruz'la da nihai duasını ederiz gecenin. Zeki Müren'in sesine nota olmak kimsenin harcı değildir. Bu böyle bilinir ama üstadın sanatından dökülen bu nağmeler başka ustaların elinde, dilinde, gitarında, basında bambaşka bir keyife dönüşebilidiğini göstermiştir bize Kung fu. Gerek üniversite yıllarının lüzumsuz vize-final stres atmalarında, gerekse iş hayatının yoğun buhranlı koşturmacasından hafifleme kaçamaklarında gidip dinlediğim bir gruptur Kung fu.
 Kimi zaman ne çaldığına bile dikkat etmeksizin kendimizi tamamen müziğe bırakıp dans ettiğimiz günlerin birinde, temponun düştüğü bir anda duraklayıp 'Bu ne? Hiç yabancı gelmiyor' diyerek dikkatle kulak kabarttım çalan müziğe. 'Gerçekten o! Rüyalarda Buluşuruz bu!' diye hayretler içinde dinlemiştim ilk. Hiç bitmesin isteyip gözümde su birikintisiyle avuç dolusu alkışlamıştım Kung fu'nun cevherlerini. Evde bağıra çağıra söyleyip gizli gizli ağladığım şarkıyı orda duymak tüyler ürperticiydi. Kendimi çıplak gibi hissetmiştim. Sanki tüm o anlarımı herkes görmüş gibiydi.
 Yıllarca peşlerinden koşturdum 'Bir daha çalın.' 'Bari demoyu paylaşın' diye. Sonunda beklenen şarkının bilgisayarlarımıza yerleşmesiyle sarıp sarıp baştan, hiç sıkılmadan dinleyeceğimiz bir şarkımız daha oldu sayelerinde. 'Rüyalarda Buluşuruz'

By Kung fu

Son of a Kötü Kadın

Çocuğu şerefsiz diye anneye laf söylemek bana yakışmaz ama böyle durumlarda daha 'cuk' oturan laf yoktur bu şahsiyetlere hitap edilebilecek! Yanında yaşlanmak istediğiniz, daha önce hiç böyle hissetmediğiniz, gerekirse ölene kadar bekleyebileceğiniz yani size hiç yaşamadığınız bu duyguyu tattıran adam size daha önce hiç tatmadığınız nefrete bulanmış, öfkeyle bezenmiş bu korkunç duyguyu yani hayal kırıklığını da yaşatıyorsa o zaman artık lugatınızdaki inanmak kelimesi boyut değiştirecektir. Tanrı, kader, aşk aynı küme içindeyken hepsi bambaşka dallara ayrılır, hayatın bir türlü bulamadığınız anlamını aramaktan vazgeçer, bundan sonra olacaklara var gücünüzle hazırlıklı olursunuz.
Şimdi gelelim asıl meseleye! Kötü kadın olmayı hiç haketmeyen bu zavallı kadınların evlatlarına! Naparlar bu evlatlar? Bu evlatlar son derece sevecendirler. Ana kuzusudur onlar. Yazıktır onlara diye hiç kıyamazsınız bu yavrucaklara. Yanlarında öyle güzel hissedersiniz ki bi daha görene kadarki süreçte hiç aramasalarda olur. Nasılsa siz yeterince şevkatli, sevgi dolu, pervane olduğunuzdan onlar nasılsa aranacaklarını bilirler. Aradığınızda şımarmaları da bundandır. Gelirler gidersiniz, severler seversiniz, konuşurlar dinlersiniz, susarlar bi daha seversiniz. Yani ne yaparlarsa yapsınlar yanınızda oldukları sürece sizden mutlusu yoktur diye değil yani sizi zerre düşündüklerinden değil tamamen kendi bencilliklerinden dururlar yanıbaşınızda. Siz ne kadar severseniz onlar o kadar alıp bir başkasına aktarmak için durur yanınızda vampir gibi. Kan emiciler. Ömür kemiriciler.
Bu zavallıcık evlatlar sonra sıkılıverirler bu ilgiden. N'apsınlar? Hep almak olmazki. Vermek de lazımdır. Ama kime? Tabiki de size olmayacağından bahaneler üretmeye başlarlar hemen. Ben evlenmicem, ben sana layık değilim, ben ilişki modumda değilim, ben bu aralar iyi hissetmiyorum, ben,ben,ben... Evet sen sevgili son of a kötü kadın! Zaten hep sendin başından beri. Gidiyosun, yine sen!! Aman sen hiç beni dert etme ben nasılsa bir yolunu bulurum senden nefret etmenin. Aa yok ben o kadar iyi biriyim ki nefret bile edemem. Seni sevmeye devam ederim ben. Dualarım hep seninle olur belki de! Mi? Hiç sanmıyorum. Çünkü;
Evlenmicem diyen tüm evlatcıkların 6 ay sonra yüzük parmağında, ilişki modunda olmayan adam haftasında aşk sayfalarında, kendini iyi hissetmeyenler de kah orda kah burda, gönlü hovarda!
Şimdi ben nasıl olur da senden nefret edebilirim sevgili evlat! Senin kafan öyle karışmış ki yazık, bir de ben senden nefret edip üzmiym seni. Sen, sen, sen! Hep sen varsın sevgili son of a kötü kadın! Ve ben, seni sonsuza dek büyük bir aşkla seveceğim. Olur da birgün yeniden almak istersen gel hemen, ben öyle zavallıyım ki seni buracıkta bekleyeceğim. Sen cansın, evlatsın, annen kötü diye sana nasıl kıyarım!

Issız Adamların Dansöz Kadınları

Hep bir adı konmamışlık vardı sevgili erkek bireyin bünyesinde. Birşeyler hep eksikti ona göre. Sorun kesinlikle bizde değildi ama neydi sorun? Kendinden başkasına anlatamadığı bu ehemmiyet ve müphemiyet neydi? Madem biz bu kadar mükemmeldik de onlara olan neydi diye düşünüp dururken noktayı Çağan Irmak 'Issız Adam'la koydu. Evet, ıssızdı bu adamlar. Ada'larını ıssız bırakmak için yaşıyorlardı. Sorun gerçekten de onlardaydı. Adamlar ıssız! 'Ben böyleyim'e öyle inandırmışlarki kendilerini, bu ruheti hale büründüklerinden beri gerçekten sevebilecek yücelik, sevgiyi verebilecek erdem kalmadı bu adamlarda. Ne istediğini bilmemeler, tek gecelik sevişmelerden öteye gidememeler, aklına dahi getirmediği eski sevgiliyi unutamamışcılık sömürüsünü kullanmalar, herhangi bir şeyi iyi yapamazken herşeyin en iyisini onlar yapıyormuş gibi göstermeler, iki kelimeyi bir araya getiremezken çok bilmişcilikler...
Onlar kendi yağlarında kavruladursunlar biz gelelim bu ıssız adamların dansöz kadınlarına. Bu kadınlar inanılanın aksine her zaman gerçekte ne istediklerini çok iyi bilirler. 'Ya severse' ihtimaliyle peşlerinden koştukları adamların ümitsiz, umutsuz, çaresiz vakalar olduklarını anladıklarında tarif edilemez bir 'Nasıl yaa' feryadıyla tuhaflaşmaya başlarlar.  Gözyaşlarıyla esnetirler kendilerini, uykusuz kalıp kıvrandıkları her gece biraz daha kıvraklaşır bedenleri..Yaptıklarından ve yapacaklarından artık sorumlu olmayan bu dansöz kadın bir kere daha incinmeyi asla göze alamayacağından çağa ayak uydurmaya başlar. Her ıssız adama şefkatli kollarını açıp alacağını alır sonra nasılsa sorunun onda olmadığını bileceğinden, adam gittiğinde de kısa günün karıyla tebessüm eder. Bu ıssız adamlar artık, gözlerinde gözyaşı olmaktan çıkıp dudaklarına bir tebessüm olarak yerleşirler. Paraysa para, huzursa huzur, ilgiyse ilgi, tense ten... Gerçekte istedikleri o kutsal sevgiyi asla bulamayacaklarını bildiklerinden daha yüzeydeki temel ihtiyaçlara yönelirler.
Issız adamlar ve dansöz kadınlar herşeyin farkında, birbirlerini kabullenmiş, birbirlerine alışmış, hatta birbirlerini hiç yadırgamadan mutlu mesut yaşamaktalar.Umarım bir gün Çağan öyle bir film yapar ki adamlar ısszılığından, kadınlar da dansözlüğünden kurtulur. Filmin adı da 'Adalar doldu, Kadınlar mutlu' olur.
Onlar eremez muradına, biz çıkarız kerevetine!

Orçun Künek


  • Sen gidince, beni çamura bulayan arabanın arkasından bakakalır gibi kaldım sevdiceğim. İçimde patladı tüm küfürlerim.(Bu sabah yağmur var İstanbul'da cover).
  • Pizzanın tobul kenarı gibisin, ancak içine kaşar konunca yenirsin bebek. (Fantaazik pop).
  • Bütün gece ağladım dalgalar kucağında, zatürreyim şimdi yaparmısın bi çorba? (Anadolulu Rock)
  • Saçlarıma yıldız düşmüş diye sahibindenkoma ilan vermişsin bebek. Sahibinden az kullanılmış diye beni ellere verecekmişsin. Beni vur, beni onlara verme. (Türkü gibi ama EmoPunk)
  • Bileklerimi kestim diye annem çok kızdı. Bu hafta seni sevmeme cezası aldım bebek. (arabesk gibi ama hafif slow çiftetelli).
  • Feysbukta talebimi kabul etmediğinden beri kendimi o duvardan bu duvara atıyorum. Beğenilmedik fotograf, link kalmadı. Yorumsuz gündüzüm gecem olmadı. (Yalnızım dostlarım yeni versiyon).
  • Parmaklarım dolma diye Blackberry kullanırım ben, I-phone'um yok diye benden kaçma bebek. (davullu zurnalı)
  • Bacaklarında kopya yazılı bebeğin, oh bebeğin. Gösterir ama elletmez bebek! ('Beni disipline, eşşeği suya gönderdiler. Yedim de dayağı yedim de' adlı parça)
  • 'Neye gülüyosanız söyleyin biz de gülelim' dediğinden beri öğretmenim, hiçkimseyi bi daha güldüremedim. (Arka sıradakiler albümünden 'Ayna tuttum yarin eteğine' adlı hit parça).
  • Yolda bi ünlü görsem heyecanımı belli etmem kimselere, dönüp bi daha bakmak gelse de içimden bakmam, bakamam. (Sade vatandaş albümünden 'Alamadım bir imza yar yar aman' parçası
  • Baharın ilk cemresi havaya düşende, ikincisi libidoma düşer bebek, üçüncüye bekletme beni oy oy oh bebek.. (Geldi bahar ayları, gevşedi gönül yayları albümü çıktı, yaz gelmeden edinin.)

İlişkililik

‎'Hayatım'la başlayan ilişki 'aşkım'a dönüşür, aşk biter 'eşim' dersin, sonra 'benim koca' diye başlar cümleler, en son 'herif'le hayat biter.
En romantik laftir herif. Dedem ölume yattiginda annanem dediki 'Beni cennetin kapisinda bekle herif, gelicem.'

Tepeden Tırnağa

Baktığım heryerde sen varsın gibi değil, baktığım heryerde baktığımı görüyorum, ben seni sadece aynaya bakarken görebiliyorum. Yüzün bana çok yakın diye ben en çok ayaklarını özlüyorum. Ayaklarının yerde duruşunu, ayaklarımın yanına sokuluşunu özlüyorum.

Pisiklet Güncesi (2)

 RÜŞTİYE KÖFTECİSİ

Bugün bisikletimle 2. kez kucaklaştım. Rota aynıydı fakat artık gidiş dönüş yollarımda yeni keşiflere başlamam gerektiğini farkettirdi bana Koray. 'Açmısın' dedi. 'Açım' dedim. Beni Kalamış açık otoparkın hemen yanına kurulmuş köfteciye götürdü. 'Rüştiye Köftecisi' Mustafa abinin 25 yıldır ekmek teknesi olmuş ama ne ekmek, ne köfte!
Arbanın yanına vardığımda kafamı arabanın içinden 5 dakika çıkaramadım sanırım, köfteler, biftekler, adanalar, şişler, sebzeler öyle güzel bir renk ahengiyle ve titizlikle dizilmiş ki tezgaha iştah kabartıyor.
'Abi ekmeği yağına da banacaksın değil mi?' diye sormaya gittiğimde ekmekler çoktan köftelerin yanına yerleştirilmiş yağdan nasiplenmeye başlamıştı. 'Kolonyanı hazırla, birazdan bayılacaksın' dediğinde nasıl bişey yiyeceğimi tahmin ettim sandım ama tahminimden de fena güzelmiş. Köfteler renginden daha önce hiç tadılmamışlık hissi uyandırsa da tükrük köfte işte hepsi aynı değilmi diye geçiriyo insan içinden. Hepsi aynı değilmiş. Bu hiçbirine benzemiyormuş. İçinde ekmek yok, kimyasal tatlandırıcı yok tamamen Mustafa Abinin ağız tadından harmanlanmış baharatlarla zenginleştirilmiş, etin belliki en köftelik yerinden seçilmiş enfes bir lezzet. Daha önce yenenlerden olmadığı yiyenin yüzünden anlaşılabilen türden bu köfteler. Şaşkınlık yüklü bir tebessüm ve karnı keyifle doyurmanın verdiği afiyetle oraya bu son gidişim olmadığını çok iyi biliyorum.



Ayrıca belirtmek iserim ki üzerinden saatler geçmesine rağmen hala 'Nerden yedim o köfteleri!' pişmanlığını yaşamadım. Miğdemde sanki yoğurt çorbası içmişim hafifliği var. Yolu Anadolu yakasına düşen herkes Kalamış'a uğrasın bu enfes köftelerden nasiplensin derim. Gidin ve afiyetle yeyin.

 Ustam ellerine sağlık!



.

Pisiklet Güncesi (1)

Son 1 yıldır yani nikotini vücudumdan uzaklaştıralı beri garip bi sağlıklı yaşam rutinine soktum kendimi. Uykumu alıyorum, sağlıklı besleniyorum ve tabiki spor yapıyorum. Pilates, yoga, yürüyüş, koşu derken daha fazlasını istedi bünyem.  Hele ki son günlerde yaptıklarım aşk yarasının içeri saldığı toksini atmaya yetmemeye başladığında gittim kendime bisiklet aldım. Yeni bi kilit için hafta sonunu beklemem gerektiğinden bisikletimi kapının önüne bırakmaya gönlüm razı gelmedi. 10 dakikada bir kalkıp delikten bakmak suretiyle hala ordamı diye kontrol etmekten vazgeçip tamamen içeri sokuverdim yeni sevdiceğimi. Ne büyük bi hevesmiş yıllar sonra bisiklet sahibi olmak. Kahvaltının hemen ardından bayramlıklarını giyinmiş çocuklar gibi koşarak çıktım evden. Bisikletin selesini ayarladım bacak boyuma göre, geceden düşürdüğüm vitesleri yükseltip bastım pedallara. Başta arabalarla anlaşabilirmiyim endişesi vardı ama Moda'dan aşşağı süzülüp, Fenerbahçeye vardığımda ne dert kaldı ne tasa. Müziğimin sesini azcık kısıp dış dünyaya da kulak kabartarak başladım dolanmaya. Fenerbahçe ordu evinin önünde durup paten kayacak canım arkadaşımı da alıp devam ettik turumuza.

Fenerbahçe'den Kalamış'a Kalamış'dan hoşgeldiniz Caddebostan'a. Güneş günün tam içinde sıcacık, deniz pürüzsüz bi mavi, çimenlik uzanmalık tertemiz, köpeğini gezdiren insanlar, bisikletiyle turlayanlar, paten kayanlar... Herkes birbirini tanır gibi güler yüzlü selamlaşmalar... Bu muhteşem keyfi yıllardır ertelemenin verdiği pişmanlıkla delirmişcesine saatlerce inmedim tepesinden.


Bostancı-Kalamış istikametinde saatler boyunca dolandıktan sonra yorulan bacaklarımızı dinlendirmek ve acıkan karnımızı doyurmak için sahildeki kumsala kurulmuş mini cafeteryalardan birinde kendimize yer bulduk. Kumsal yumuşacık, hava muhteşem, çay nefis ve dostlar da şahane olunca hayatının son gününü nasıl geçirmek istediğine hiç şüphesiz karar verebiliyosun.

Birazcık sohbet birazcık afiyetten sonra yine düştük yollara. Birbirimize rastladıkça arada bir durup ayak üstü laklağın ardından tekrar bıraktık kendimizi bostanın eşsiz enerjisine. Tarif edilemez bi yaşam enerjisiyle suratımda kocaman bi gülümsemeyle durdurak bilmeden ilk bisikletimi aldığım günlerdeki gibi akşam ezanı okunana annem evden çağırana dekmişcesine sürdüm durdum bisikletimi. Güneş batmaya yakın terimizi soğutmadan eve kaçalım diyerek vedalaştık, herkes bi köşeden tuttu evinin yolunu. Eve dönüş yolumu en çok nasıl uzatabilirim diye mahallenin de etrafında bi tur attıktan sonra evime geldiğimde üzerime sinen sokak kokusu tanımsızdı. Annemin 'Öff leş gibi sokak kokmuşsun' dediğini duyar gibi oldum. Leş gibi mi? Hayatımın en temiz kokusu bu! Sokak kokusu, çocuk kokusu, yaşamın en vurdumduymaz, en sabahı bekleyemez kokusu bu. Varsa bisikletiniz bize de bekleriz.

Aşk acısımı demiştik? Kime aşıktık? :)

İki Film Arası Ağlama Molası

'Ye, Dua et, Sev'i izledikten sonra sürecimin Julia Roberts gibi işlediğinin farkına vardığımdan beri deliler gibi yeyip, deliler gibi dua edip, deliler gibi severek sonumun da ona benzemesini istedim. Sonra işi fazla abartmış olmalıyım ki işler raydan, tıkırından, formundan, formatından çıkıverip içinden çıkılamaz bir hal almaya başladı. Yedikçe şişmanladığımın, dualarımın zerre kabul olmadığının, sevginin de ölümcül acısı olabileceğinin farkına varınca yemekten de dua etmekten de sevmekten de vazgeçtim.
Aşkın en kör noktasına cuk oturduğumu sen de dahil artık herkes bildiğine göre şimdi de bu aşkı hafifletebilmek için neler yaptığımı bilin.
Senin gidişin netleşeli beri;
Kendimi sokaklara attım, kitap baktım, poster aldım, küpe aradım bulamadım, şeker aldım, sakız aldım, ekmek aldım ama çok yiyemedim çünkü iştahımı kaybettim. Filmler indirdim, günde 9 saati aşkın monitörde filmlerle uyuştum. İki film arası ağlama molası verdim. Seni düşündüğümden olmuyo bu ağlama nöbetleri, yolda yürürken kimse umrumda olmadan birden bastırıyo içerden. Nasıl canını acıtıyo insanın! Bazen eve kaçıp tepine tepine ağlamadan zehrin çıkmayacağını biliyorum diye de koşarak eve dönüyorum yolun yarısından. Sonra garip bi dinginlik çöküyo üstüme deliler gibi yaşamsal aktivitelere sarılmaya devam ediyorum. Arkadaşlarımı daha fazla arıyorum. Kahvaltıda biriyle, bowlingde diğerleriyle, akşam oturmasına da öbürkülerle takılınca günün çoğunu kurtarmış oluyorum. Hepsi herşeyin farkında olduğundan tüm dalıp dalıp donuklaşmalarıma aldırmadan, gözümden yaş süzüldüğünde ellerini dizime omzuma yada sırtıma koymak suretiyle bana güç vermeye çalışıyolar. İşe de yarıyo. Onlardan güç alıyorum. Tek katlanamadığım teselli cümleleri. Hayırlısı değilmiş, hayırlısı buymuş, vardır bunda bi hayır, kısmet değilmiş, geçecek, üzme kendini, değmez diye kopup giden ve herkesin aşina olduğu bu kelimeler beynime bi uğultu gibi saplanıyo ve binlerce hücremi kemiriyo. Gözümden o yaş dökülürken her hangi bi organıma dokunmaları kurulmuş binlerce cümleden ve hayırlısına inanmaktan binlerce kat daha tesirli bunu herkes böyle bilmeli.
Nerde kalmıştım. Yaşama nasıl tutunduğumda! Gittim kendime son teknoloji bi cep telefonu aldım. Bikaç saat oyalar beni. Bisikletimin siparişini verdim. Çok istemiştin almamı almamıştım havalar bozucak diye. Havalar aylardır bozmadı ama benim feci bozulmuş havamı biraz düzeltir belki diye bisikletime binicem sık sık. Yarından tezi yok. Birlikte bineriz istemiştik ama olmadı. Neydi? Kısmet değildi miydi? Hayırlısımı buydu? Hayırlısı bu değildi mi? Neyse. Birazdan koşmaya gidicem. Akşam arkadaşlarımla gezicem. Haftanın her bir gününe yığınla faaliyet topluyorum. Falanla dizi izlicem, filanla film gecesi, falancıyla akşam kahvesi.. Çünkü bi bırakırsam kendimi saçma sapan sarıcam sana, saçma sapan davranıcam, saçma sapan konuşucam, saçma sapan uyuycam, saçma sapan uyanamıycam. Saçma sapan bi insan oluvericem nihayetinde. Olmamak için elimden ne geliyo yapıyorum işte Yoksa bıraksalar dünyanın öbür ucunda bi mahalleye yerleşir sapıtabilidğim kadar sapıtırdım.
Sen benim hayatımın senden öncesi ve senden sonrasısın. Yani sen bu iki hayat arasındaki ağlama molamsın. Bundan sonrakine devam edebilmek için de ne yapılması gerekiyosa yapıp bu korkunç sınavı da vericem ama artık hiç dua etmiycem! Çünkü sen, duaların kabul olmadığının en gerçek kanıtısın..

Modalık

İstanbul'a ilk geldiğimde bana Kadıköy'ü gezdiren akrabam boğadan yukarı bahariye caddesindeyken burdan yukarısı da 'Moda' demişti ama gitmedik ordan yukarısına. 'Hmm' dedim. Sanırım caddenin yukarısında gezmek moda. Bigün gezeriz belki diye geçirmiştim içimden. Küçücük şehirlerden kocaman kozmopolitlere gelmiş ergen kafamla Moda'nın, Bahariye caddesinin üst taraflarında takılmak olduğunu sanmıştım. Bi arkadaş ediniym ben de buralarda takılıcam diye söylendim sessizce. Göztepe'de okuyup Kadıköye yürüyerek gidip geldiğim günlerden birinde tanıştım ilk kez Moda'yla. Kadife Sokak'ta yani Rexx'in sokağında takılmak modaydı diye ordan öteye pek geçmezdik. Dersi asmışlığın verdiği başıboşluk duygusuyla elimizde cipsler sokaklarını arşınlıyorduk Kadıköy'ün amaçsız. Yukarı çıktıkça denize yakınlaşıyorduk, denize yakınlaştıkça çay bahçelerinden gelen çay kokusuyla mest olup hemen kendimize birer sandelye kaptık. Masanın üstünde 8 ince belli çay bardağı olmasına rağmen, garsonlar gelip bir tanesini dahi almamıştı. Biz masayı doldurmaya devam etmiştik. O gün hayran kalmıştım Moda'ya. Moda böyleymiş demek diye de kendime kıkırdamaktan alamadım kendimi. Ev arkadaşlarıyla, çoşan kanın damarda sakin duramaması halleri nedeniyle sıkça ev değiştirdim durdum; Hasanpaşa'dan Göztepe'ye, Göztepeden Kadıköy'e derken Moda'nın kucağında bir yuva kurdum kendime.
Burdaki evlerin içindeki yaşanmışlık öylesine gerçeklik hissi verir ki binalara, tahtaları gacırdayan, musluğu elektriği sıkça bozulan 'bu evden çık sana yarı fiyatına bir residence...' deseler cümlelerini tamamlattırmadan kararımı söylerim. Hiç düşünmedim, burda ölmeliyim.
Balıkçılar sokağından salına salına yıkarı doğru yürürken yanından geçtiğim takıcılar, tokacılar, pikapçılar, sahaflar, entel-dantel dükkanlardan sonra, tek büfe'de soluklanıp çikolatalı tost yeyip eve koşar adımlarla giderim. Evdeki bu tarif edilemez huzur sokakların müthiş dinginliğinden gelir. Sokaklarda insanlar kadar kediler vardır. Sanki her kedi sizin sabah evden kaçan kedinizdir. Sırnaşık, şımarık ve doyumsuzdurlar. Çoğu hımbıl ve sevimlidir. İnsanı öylesine doymuştur ki Moda'nın kedisi neden aç kalsın!?
Moda Kup'dan alınan kepekli boğaça, Kemal'in Yerinde içilen çayın yanında bir de sohbetine doyulmayan bir dost varsa kuş sütü eksik masalar halt eder yanında bu bahar kahvaltısının. Saatlerce konuştuktan sonra bi de saatlerce susulur bu kahvaltı masasında. İstanbul en güzel ordan dinlenir çünkü. Hadi kalksak mı artık derken suratlar düşer, saadet hiç bitmesin istenir.  Dönüşte bide waffle mı patlatsak diye tutulur eve dönüş yolu. Kimi Ali Usta'dan dondurma yemek isterken kimi de Kemal Usta'dan waffle'la tamamlar kahvaltı keyfini. Günü akşama yakınlaştıran her an başkadır Moda'da. Evin balkonunda ya da bahçesinde 5 çayı içerken, sokaktan geçen herkes selam verir sana. Çoğu da yaşlıcadır Moda ahalisinin. Güleryüzlü kendini bilen, insanı seven bir ahali. Ne, ne giydiğinle ilgilenir, ne de ne yeyip ne içtiğinle.
Annene üzülürsün, babana kızarsın, arkadaşa darılırsın yada sevdicekten ayrılırsın, hemen kollarına atarsın kendini Modanın. Bank bulamazsan bir taşa oturur Fenerbahçe'den başlar Adalara doğru küfür basarsın içinden. Ağlarsın, şarkı söylersin, kendi kendinle konuşursun ama kimse deli diye bakmaz sana. Biraz da yürüyüş yaparsan ne aşk aıcısı kalır ne vicdan sancısı. Yine eski iç huzurunla dönersin evine. Evden çıkışlar da eve dönüşler de başka türlüdür. Sabahları simitçinin ardından akordiyon sesleri donatır sokakları akşamları da bozacının sesi.
Kendin olabilmemin özgürlüğüdür Moda. Yaşadığın için teşekkür edebilmek, ömrü burada geçirebilmek pahasına aileye bile arkanı dönebilmektir. Moda, İstanbul'un çok içinde, İstanbul'a en uzak yerdir.

nikotinbağımlı

'günde iki paket kırmızı marlboro içiyodun seni ilk tanıdığımda' diyen nikotin kokulu dudakların var senin. onca yıllık sevişmelerin ardından vazgeçtiğim nikotine yeniden tiryaki oldum dudaklarında. yokluğun sinir yapıyo bünyeme, içmeden rahatlıyamıyorum sanıyorum oysa içtikçe rahatsızlaşıyorum. içtikçe içesim geliyo. birini söndürmeden öbürünü yaktığım, ikinciyi içerken kültablasındaki diğer sigarayı farkettiğim anlardaki gibi bir nikotin yetmezliğindeyim sen yokken. çünkü sen, gece paket bittiğinde tüm cepler boşaltılmış, çekmeceler karıştırılmış, çantalar dökülmüş olmasına rağmen hala ortaya çıkmayan bikaç dalın eksikliğinde, akşamdan söndürülmüş izmaritlerden toparlanan minik sigaracıkların verdiği haz gibisin. şimdi nasıl olur da pencere kenarında durup 'içmiyorum ulan artık' deyip vedalaşabildiğim izmarit kadar kolay olur 'sevmiyorum ulan demek!' ?

03.02.2011

Barış Manço gibi adamsın diye herhalde, seni her gördüğümde çocukluğumu hatırlıyorum. Hava ayaz mı ayaz ellerim ceplerimde, her türküyü sana tutturuyorum. Anlıyorsun değil mi?

19.04.2009

''Kozmopolit kalabalıklara mı atmak gerek şimdi kendimizi yoksa dört duvar arası ayrılık nöbetlerine mi?
 Kumbarama aşk kaçtı biriktiremiyorum zamanı.. ''

''Aşk kumbaramda biriktirip bozdurmaya kıyamadığım para gibisin, bozulsan kaç para edersin?''

28.09.2006

Emzikli yalnızlığım yine sütünü içmeyi unuttu bu gece. Anti-depresan boşvermişliğinde yaşadığım aşkları hoplatıyorum çitten, kim bilir kaç bine geldim..uyuyamıyorum..

Wake Me Up When September Ends

24.10.2005
(Küçük yaşlarda büyük aşklara gebeyken)

ekim bitmek üzere sevgilim,
ben hala düşler görüyorum, gerçekle karıştırıyorum. varlığının aslında hiç olmayışını anladıkça kabuslarımı çoğaltıyorum. acı veriyo içinde sen olan herşey. yani herşey her an acıtmaya meğilli;
damacanadan su doldururken sürahiye, ayakkabılarımı bağlarken, tekelin, DVDcinin önünden geçerken, kumandanın ses düğmesini ararken, frekans değiştirirken radyoda, sayfalarını çevirirken kitapların, uyurken, uykumda, uyanırken, uykusuzken, yaşıyo, yaşayabiliyo, nefes alabiliyoken yaptığım herşeyde yaptığımız bişey mutlaka dürtüklüyo seni unutma çabamı.
bir gün gelecekki, böyle kollarını bacaklarını kırıpta dönüp bakmadığım bi oyuncak muamelesi yapacakmışım sana.. varlığının varlığıma tehlikesi olduğuna inanan biri söyledi bunu bana. haklı belki. yokluğunda yaşamım böylesi tehdit altındayken varlığın kim bilir kaç ömrünün götürür ömrümün. ama olsun sevgilim hiçbir oyuncağım beni bu kadar eğlendirmemişti. bi gün gerçekten sıkılırım belki, kollarını bacaklarını koparır bi kenara koyarım seni, dönüp bakmam da yıllarca.. yeni oyuncaklarım olur, büyürüm bi ara oyuncak yaşım da geçer ama sonra bişey ararken eski kutusunda, bi kolun kayıp, bacakların kırık yüzük asık, seni görürüm. ellerim titrer yine sana dokunurken.. ama bu kez aşkla değil öfkeyle dokunurum sana, senden sonraki bütün oyuncaklarımı kaybettiğim için..
mevsimler değişiyo sevgilim.. ama ben zaman yetiremiyorum seni azaltma çabama.
yaz bitti, ekim de bitmek üzere sevgilim,
hani eylül bittiğinde uyandıracaktın beni?

Kalu Bela

Beklemekmiş aslolan. Beklediğinin gelmeyeceği ihtimaliyle sabretmek dervişlik istermiş. Onu beklerken çektiğin çileyi kutsal sayabilirsen beklediğine değermiş.. Gelsin gelmesin.. Bilsin bilmesin.. Sen her bir yerine serpiştirirken sevdiğini düşüncende, düşünde de seninmiş o, gerçekte de.
Onun adını duyduğunda, doğduğunda kulağına kendi adınla onunkini de fısıldamışlar gibi hissedermişsin. Sanki ezelde bu isimleri aynı ağacın dalından birlikte koparmışsınız gibiymiş. Baktığınız yerde gördükleriniz ikinizde de aynı duyguyu uyandırır,  aynı melodinin ezgisinde kaybolur, aynı rengin ahengine tutulur, aynı lokmanın lezzetinde mest olurmuşsunuz. Tamamlanmak değil, bir eksiği gidermek değil, yarıyı bulmak değilmiş burdaki hakikat.. Hakikat kendini bulmakmış. Başka topraktan yaratılmış bedene konmuş seni bulmakmış. Hiçbir aynaya bakarken hissetmediğin bir güzellik görürmüşsün karşında. Onun konuştuğu cümleyi daha önce sen kurmuşsundur ama şaşırmazmışsın duyduklarına. Varoluş nedenini sana hatırlatan bu varlığa kavuşmak ne kadar yılını aldıysa bir o kadar daha bekleyebilme gücü gelirmiş insana gönül gözü açılmamışsa eşinin. Sende kendini görebildiği gün gelene kadar bekleyebilirmişsin onu. Çünkü:
O yanındayken değil ,o yokken de güvende hissedebilmekmiş gerçek. O seninleyken belki bir daha göremem dediğin anmış huzur. Kanından olmayan bir yabancının varlığına şükredebilmekmiş ibadet .. Ona dokunurken parmak uçlarında hiçbirşey hissetmezken içinde tüm geçmişinin film şeridi gibi geçmesiymiş heyecan.
Kalu belada Allah'ın varlığını kabul ederken, onun gözlerine baktığını hatırlamakmış aşk.. Hastalıkta ve sağlıkta ölüm bizi ayırıncaya kadar değil, doğumdan önce ayrıldığın parçanla ölümden sonra da bir arada olacağına kanaat getirebilmekmiş.. Gerçek aşk, bedenden öteye geçip, ruhla kucaklaşmak, inançla bütünleşebilmekmiş..
Ayıdan eski sevgili olur, posttan dost olmaz.

Wolf in Sheep's Clothing

Siz tüm eski sevgililer, benim yada Ayşe'ninkiler, Selin'in yada Pelin'inkiler hiç farketmezsiniz şunu bi biledurun hepiniz. Bizler yani uğrunuza tüm dünyayı arkamıza alabilecek  kadar sizi sevebilen varlıklar; biz öyle güçlüyüz ki olaki üzülürsek biz bir kere kan yaşını akıtır, yarasıyla yaşamaya alışır sonra da acı eşiğimizi bi çıta daha yükseltiriz.
Ama siz, arada Hülya'ları, Gizem'leri, Tuğçe'leri kaynatır, Hülya'da Füsun'u, Füsun'da Mehtap'ı, Mehtap'ta Funda'yı arar durursunuz. Oysa bi dursanız aslında Gizem'de hem Fulya var hem Füsun göreceksiniz ama açsınız ya bi kere doyuramıyosunuz gözü dönmüş iştahınızı, kırılasıca, tükenesice, işlev göremeyesice iştahınızı! Bu acınası durumunuzu farkeden Füsun size sırtını dönünce, Funda Ali'ye gidince, bi de siz Hülya'nın Tuğçe'den bir farkı olmadığını görünce içinize birden dank eden Mehtaba geri dönmeye çalışıyosunuz! Zamanında sizin için evrene kafa tutabilen Mehtaba. Mehtap da orda öylece oturmuş sizi bekliyo. Sandınız ama yanıldınız . Mehtap  bi daha hiç sizin olmayacak. Siz Mehtabın gözünden akıp gideli... Ne Ayşe'ler doğdu ne Fatma'lar... Bekleyin yakında onlar da büyürler.
Siz zavallı aç köpekler kafalarında daha nice Mehtaplar dank edesiceler gidin karnınızı başka kurtlar sofrasında doyurun!

Geçmiş Olsun

Öğrendim ki aşk münakaşaya gelmez, ona direnilmez. Aşıksan gururu lugattan, aklı baştan çıkarman gerek. Herşeyden önce yaptıklarından kimseyi , yapmadıklarından da kendini sorumlu tutma. Çünkü Aşk içe düştüğünde kaçılacak tüm delikler suyla dolar. Atlarsan boğulursun çünkü yüzmeye yetecek direncin olmaz. 'Aşk bir sudur iç iç kudur'daki gibi içip kuduramayacağın, 'Aşk bir sudur içine deliler düşer ama beni ittiler'deki gibi de delilerin ittiği değil seni delirten bir kimyadır bu! Seni senden başkasıyla tamamlayan bu şey, seni bambaşka birine dönüştürebilir. Aman haa! Aşıksanız tedbirinizi alın! Yani reçeteyi harfiyen uygulayın!
-Erkenden uyuyun.
-Daha az müzik dinleyin.
-Arkadaşlarınızla çenenizi yerlerde bulamayıncaya kadar laklak yapın.
-Annenizi daha seyrek arayın.
-Diziye - filme bir müddet ara verin.
-Koşun, zıplayın, hoplayın, çinçan oynayın, pinpon oynayın, yoyo oynayın. Oynayın!
-Kendinizi Allah'a havale edin. Şifa dileyin.
....Çok yaşayın, aman haa siz de görmeyin....

Geçmiş olsun!